""eskiden hayata farklı bakanlar bulurlardı beni. gerçek entelektüeller, anarşistler, nihilistler… mıknatıs gibi çekerdim toplumun dışında yaşamayı seçmiş robinson crusoe’ları. ama şimdi seyrek de olsa benimle karşılaştıklarında başlarını önlerine eğiyorlar, bakışlarımızın kesişmesini engellemek için. çünkü anlayabildikleri kadar anlıyorlar benim artık uzun, alkollü, yüksek sohbetlerden eyleme, gerçeğe geçtiğimi. ve korkuyorlar. çünkü onların oynadıkları oyun, günün üç saatini, içlerinde bağırıp çağıran anarşiste ayırıp geri kalan zamanında normal bir insan gibi yaşamaktan ibaret. çok azı söylediklerini yapar. çok azı gece anlattığını gündüz yaşar. bunlar daha çok düşünsel kurt adamlardır. barış ve anarşi işaretlerini sokaktaki aynı kadın heykelinin iki göğsüne çizenler bu salaklardır işte. coşarlar insan hayatının değersizliğini anlatırken. ama daha sonra işkence gören bir teröristin haberi karşısında, en çelik hümanist kesilip insan haklarından dem vururlar. çelik hümanistler çelik kapı taktırırlar evlerine, adlarına methiyeler dizdikleri kaosun, devrimin geldiği gün kedilerine bir zarar gelmesin diye. sağdan nefret ederken soldan da etmeyi unutanlardır bunlar. kişisel muhalefetlerine bir kalabalığın fikrini eklemekten zevk duyarlar. “sola daha yakınım !” derler utanmadan. gölgesiz yaşayamazlar, yalnız kalmaktan ödleri koptuğu için. yakın olmazlarsa herhangi bir tarafa, yok olacaklarını düşünürler. açık deniz adamlarının yanında karadan uzaklaşamayan dubalar gibi dururlar. Dünya üzerinde faşistin ne kadar iğrenç bir tarihçesi varsa, komünistin de o kadar saf, kötü bir geçmişi vardır. ne de olsa ikisini de insan icat etmiştir !”""
çok iddalıı bir çocuktan ::
ve arap yarımadasında var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. ben ikisi de değil dim.(bence ikisi de olamiyack kadar kitap çocuğusun zaten) ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görünce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. geçmiş hiçbir şeydi. kuma kendini gömüp yeniden arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öl dürmek yapabilecekleri tek işti. ben de onları seyrediyordum. on altı yaşıma kadar hep seyrettim zaten. hep iyi bir izleyici oldum. on altımda bozuk arapça, pokerde kazanılmış bir hançer ve bronz bir tenle avrupa'ya geldim.
eski kıta beni bekliyordu. bir dejenere sürüsünden başka bir dejenere sürüsünün içine düşmüştüm. burada silah kaçakçısı da yoktu. hepsi ilk gruba dahildi. ve daha yakınlaşmadan hiçbirine, nefret etmiştim hepsinden de. iki dünya savaşını da bu geri zekâ lıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. birbirlerinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolculuk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. bu yan tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın edebiyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı. ve ben onları sokakta göremiyordum. kapalı kapılar arkasındaydı avrupa'yı yönetenler. halkın karşısına çıktıkları anda çiğ çiğ yenecek lerini bildiklerinden, ukalaca taktıkları yüksek kültür maskesini sadece birbirlerine gösteriyorlardı. sömürmeye ve sömürülmeye hayatın amacı olarak bakan bu açık tenli ırk, belki de doğanın en büyük hatasıydı... atom bombası oraya atılmalıymış. deniz olma lıymış oralarda balıklar bile daha iyi geçinirmiş birbirleriyle!
ama bütün bunların ne önemi var? entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, son olarak da yeryüzünün görüp gö rebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla avrupa halkı ken dini öldürmek ya da öldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmelerinden ibarettir. arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hasta neye koştururken avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendi ği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile. çünkü avrupalının altına yapacak kadar korkması için bir şeyin ismini bilmesi yeter, isimsiz canavarlar sadece arap'ı kor kutur. herkesin kendine göre bir paranoyası var. iklimden, saç renklerinden, el parmaklan uzunluğundan ya da her neden kay naklanıyorsa! herkesin tercih ettiği bir ölüm var...
her neyse, zaten üzerinde yaşadıkları çirkin kara parçasına sı kışmış, birbirini yiyen, ortaçağ'dan beri gelen eş değiştirerek yaptıkları salon danslarından ahlak anlayışları nı değiştirmemiş avrupalıları hayatımın geri kalan kısmında da çok iyi tanıma fırsatım oldu.
çok iddalıı bir çocuktan ::
ve arap yarımadasında var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. ben ikisi de değil dim.(bence ikisi de olamiyack kadar kitap çocuğusun zaten) ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görünce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. geçmiş hiçbir şeydi. kuma kendini gömüp yeniden arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öl dürmek yapabilecekleri tek işti. ben de onları seyrediyordum. on altı yaşıma kadar hep seyrettim zaten. hep iyi bir izleyici oldum. on altımda bozuk arapça, pokerde kazanılmış bir hançer ve bronz bir tenle avrupa'ya geldim.
eski kıta beni bekliyordu. bir dejenere sürüsünden başka bir dejenere sürüsünün içine düşmüştüm. burada silah kaçakçısı da yoktu. hepsi ilk gruba dahildi. ve daha yakınlaşmadan hiçbirine, nefret etmiştim hepsinden de. iki dünya savaşını da bu geri zekâ lıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. birbirlerinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolculuk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. bu yan tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın edebiyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı. ve ben onları sokakta göremiyordum. kapalı kapılar arkasındaydı avrupa'yı yönetenler. halkın karşısına çıktıkları anda çiğ çiğ yenecek lerini bildiklerinden, ukalaca taktıkları yüksek kültür maskesini sadece birbirlerine gösteriyorlardı. sömürmeye ve sömürülmeye hayatın amacı olarak bakan bu açık tenli ırk, belki de doğanın en büyük hatasıydı... atom bombası oraya atılmalıymış. deniz olma lıymış oralarda balıklar bile daha iyi geçinirmiş birbirleriyle!
ama bütün bunların ne önemi var? entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, son olarak da yeryüzünün görüp gö rebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla avrupa halkı ken dini öldürmek ya da öldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmelerinden ibarettir. arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hasta neye koştururken avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendi ği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile. çünkü avrupalının altına yapacak kadar korkması için bir şeyin ismini bilmesi yeter, isimsiz canavarlar sadece arap'ı kor kutur. herkesin kendine göre bir paranoyası var. iklimden, saç renklerinden, el parmaklan uzunluğundan ya da her neden kay naklanıyorsa! herkesin tercih ettiği bir ölüm var...
her neyse, zaten üzerinde yaşadıkları çirkin kara parçasına sı kışmış, birbirini yiyen, ortaçağ'dan beri gelen eş değiştirerek yaptıkları salon danslarından ahlak anlayışları nı değiştirmemiş avrupalıları hayatımın geri kalan kısmında da çok iyi tanıma fırsatım oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder