21 Aralık 2013 Cumartesi

Türkiye'nin 2013 Aralık itibariyle durumu




YAZI
bölüm-1 Ekonomi-Finans Ekseninde


""Bireyleri ve işletmeleri oluşturan toplumların ekonomik olarak davranış
biçimlerine baktığımız zaman, bu toplama bir de toplum adına vatandaşlarından
para toplayan ve bu parayı devlet mekanizmasını sürdürebilmek için ücret
ödemek ve toplum yararına yatırım harcamaları yapmak üzere harcayan devleti
de katmak gerekiyor. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız döngüyü milletler için
açıklarsak, bir ülkenin de gelişmesi, büyümesi, gelirinin artması, dolayısı ile
vatandaşlarının refahının artması için yatırımların yapılması şart.
yatırımların kaynağı ise ülkedeki tasarruflar. Ülke ölçeğinde bakıldığında
ülkedeki yaratılan gelirin tüketilen miktarından arta kalan kısmına tasarruflar
diyoruz. Bir başka ifadeyle, bir ülkenin gelirinden yapılan tüketim ne kadar
fazlaysa ve yatırımların verimliliği ne kadar düşükse tasarruf edilen miktar o
kadar azalıyor. İlk sıkıntılı bulgumuzu belirtelim: Türkiye’nin tasarruf miktarı
korkutucu biçimde düşüş gösteriyor. Tüketimin payı %80’leri geçmiş durumda.
Öte yandan buna bağlı olarak ‘tasarruf eksi yatırım’ olarak açıkladığımız tasarruf
açığımız ise giderek büyüyor. Doğal olarak bu açık bizim yurt dışından
kullandığımız başka ülkelerin tasarrufları ve cari açığımıza eşit. Başka ülkelerin
tasarruf sahipleri bize borç vererek ya da doğrudan sermaye şeklinde yatırım
yaparak kaynak sağlıyorlar. İkinci korkutucu olgu birincisine bağlı olarak
gelişiyor. GSMH’mizin % 8’lerine varan cari açığımızın neredeyse % 70’i en riskli
kaynak olan kısa vadeli borçlarla finanse ediliyor ve riski çok düşük olan
doğrudan yabancı yatırımların payı giderek düşüyor. Gelelim işin en sıkıntılı ve
üzücü tarafına! Bütün bunlar olurken ülkemizin büyüme oranları da çok düşük
seyrediyor. Bir diğer bulgu da, özel sektör yatırım oranları sürekli düşüş
gösteriyor. Başka bir deyişle, daha çok tüketim yapıyoruz, yatırımlarımızın hem
verimliliği hem miktarı düşük seyrediyor, dolayısıyla giderek daha fazla açık
veriyoruz ve bu açığı da giderek daha fazla kısa vadeli borçlarla finanse ediyoruz.
Üstelik bütün bu gelişmeler ülkemizin büyüme hızına ve yatırımlarına halel
gelmesin diye faiz oranlarının merkez bankası tarafından çok düşük ve hatta
negatif düzeylerde tutulduğu, yani sermaye maliyetlerinin çok düştüğü
dönemlerde oluyor. Enflasyon ise beklenenin üzerinde seyrediyor ve yönünü
aşağıya doğru bir türlü çeviremiyor. Azalan özel sektör yatırım harcamalarının
olumsuz etkisini telafi etmek isteyen devlet yatırım harcamalarının büyümeye
verdiği katkıyla avunurken, dolaylı vergilerle bütçemizi kurtarıyor. Bu adaletsiz
vergilendirmenin yükünü tüm vatandaşlara yükleme çaresizliğinden
kurtulamıyoruz.
Bu gelişmeleri üzerine yazarşunu der: Sorun tasarruflardan kaynaklandığına göre
tasarrufları özendirecek ortamın hızla yaratılmaya geçilmesi (faiz politikasının
yeniden değerlendirilmesi) ve ülkemizdeki yatırımların verimliliği daha yüksek
alanlara kaydırılması işin başlangıç noktası gibi gözüküyor (inşaatla büyüme ve
çok pahalı projelere kaynak aktarma stratejileri yeniden değerlendirilebilir). İç
taleple büyümenin sınırlarına gelen ülkemizin yönünü, daha az tüketip daha
fazla tasarruf ederek ülke riskini düşürmek suretiyle daha fazla doğrudan
yabancı sermaye ve uzun vadeli finansman sağlayarak değiştirebilirsek, hepimiz
daha yüksek sürdürülebilir büyüme oranlarını yakalayan ülkenin daha çok gelir
yaratan bireyleri olabileceğiz. ""



TURA
bölüm-2 Enerji ihtiyacı ve politikası ekseninde

Dünya Enerji görünümü 2013 fuarından bir alıntıdır :

""Türkiye bir enerji adası değil: Aksine, dünyadaki enerji alanındaki gelişmelerin kendisini dikte ettiği bir ülke” diyerek başlıyor, bu nedenle de, “enerji alanındaki küresel değişimleri iyi izlemeli.”
Sekiz önemli değişimden söz edebiliriz:
Birincisi, önemli enerji aktörlerin roller değişiyor. Enerji ithalatçısı Amerika, 2015’te, çok önemli bir doğalgaz ihracatçısı; Brezilya da 6. büyük petrol ihracatçısı oluyor;
İkincisi, önemli ihracatçı Ortadoğu ülkeleri, aynı zamanda da önemli enerji tüketicileri konumuna geliyorlar;
Üçüncüsü, Doğu’dan Batı’ya doğru Küresel Enerji Kayması hızlanıyor.Çin, Hindistan, Rusya, Ortadoğu, gelişmiş OECD ülkelerinden daha fazla enerji tüketiyorlar. Enerjiye talebinin 2/3’ü Asya’dan gelecek;
Dördüncüsü, Karbondioksit Emisyonları-Küresel İklim Değişikliği Sorunu’nda enerjinin oynadığı olumsuz rol, emisyonun 2/3’ünü yaratma devam ediyor. Enerji alanının meşruiyet sorunu azalmıyor;
Beşincisi, gaz, kömür ve petrolün enerji taleplerini karşılamadaki birinci sıra konumu devam ediyor. Devlet bakanı TR'de kömür üretimini artırmak istediklerini söylüyordu.
Altıncısı, Amerika’nın kayagazından elde ettiği gaz ve petrol ülke içi tüketim için kullanılıyor. Bu, aynı zamanda da, Ortadoğu bölgesinin petroldeki öneminin devam edeceği, petrol fiyatlarının düşmeyeceği anlamına da geliyor;
Yedincisi, yenilenebilir enerji alanında artış var, ama, yeterli değil; bu alanın istenilen düzeyde gelişmesi için, devlet desteği ve katkısı çok önemli ve;
Sekizincisi, dünya nüfusunun 1/5’inin elektriği yok, fakat, bununla birlikte, özellikle Ortadoğu bölgesi olmak üzere, elektrik için ciddi düzeyde büyüyen talep var.
Enerji alanında taşlar yer değiştiriyor.      
Enerji adası değil, fakat bağımlısı olan Türkiye için, ekonomiden dış politikaya kadar, enerji, giderek kilit konuma yükseliyor.""

18 Aralık 2013 Çarşamba

2014 Looking Forward List


 A Most Wanted Man 
A Chechen Muslim illegally immigrates to Hamburg, where he gets caught up in the international war on terror. By Anton Corbijn
















Sin City: A Dame to Kill For



was expected in 2013 but still not arrived. Madness,savagery and film noir-animation  are calling us!


Interstellar 
A group of explorers make use of a newly discovered wormhole to surpass the limitations on human space travel and conquer the vast distances involved in an interstellar voyage.
By cristopher Nolan





La Vénus à la fourrure
Roman polanski, an actress attempts to charm the director to grap the fame




Dumb And Dumber To


Eisenstein in Guanajuato 
... venerated filmmaker Eisenstein is comparable in talent, insight and wisdom, with the likes of Shakespeare or Beethoven; there are few - if any - directors who can be elevated to such heights..


 Snowpiercercheck out the previous trailer on blog


















3x3D
Peter greenaway / J.L. Godard


The Two Faces of January

A thriller centered on a con artist, his wife, and a stranger who try to flee a foreign country after one of them is caught up in the murder of a police officer.

X-Men: Days of Future Past


Fast and Furious 7
After Dominic Toretto and his crew help take down Owen Shaw, his brother Ian Shaw wants revenge.
Jason Statham is on action,wish a perfect chase :)

Need for Speed
Fresh from prison, a street racer who was framed by a wealthy business associate joins a cross country race with revenge in mind. His ex-partner, learning of the plan, places a massive bounty on his head as the race begins.

The Raid 2: Berandal

The plot is unknown, however, the story begins two hours after the first movie ends.
If the guy makes the same effect of debut,,,waiting for the theatre or torrent guyz :P





Jupiter Ascending
In a universe where humans are near the bottom of the evolutionary ladder, a young destitute human woman is targeted for assassination by the Queen of the Universe because her very existence threatens to end the Queen's reign.
Director: Andy Wachowski, Lana Wachowski


The Grand Budapest Hotel



transcendence



Two leading computer scientists work toward their goal of Technological Singularity, as a radical anti-technology organization fights to prevent them from creating a world where computers can transcend the abilities of the human brain.






















London Fields

Clairvoyant femme fatale Nicola Six has been living with a dark premonition of her impending death by murder. She begins a tangled love affair with three uniquely different men: one of whom she knows will be her murderer.

Noah
The Biblical Noah suffers visions of an apocalyptic deluge and takes measures to protect his family from the coming flood.

Director: Darren Aronofsky




















Redirected

Four friends - John, Ben, Tim and Michael - turned first-time robbers, get stranded in Eastern Europe through a series of misadventures and have to find their way back home.
Vinny Jones,tough,british slung-jungle-wanker styla


Trash 




Set in an unnamed Third World country, three kids who make a discovery in a garbage dump soon find themselves running from the cops and trying to right a terrible wrong.

Director:

 Stephen Daldry


Birdman 

A washed-up actor who once played an iconic superhero must overcome his ego and family trouble as he mounts a Broadway play in a bid to reclaim his past glory.

Director:

 Alejandro González Iñárritu

Mozart in the Jungle



















Words with Gods 

9 stories /9 director


Deux jours, une nuit 


Directors:

 Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne

Ritardinhosss....Fucking Late!!!
The Wolf Of Wall Street
Still,fucking pending list

Only Lovers Left Alive
Jarmusch baba ne bekledik be ağa :)

13 Aralık 2013 Cuma

Galatasaray zoru sever /sezonu yeniden başlatan maç



Ne zaman güçlü,Avrupalı bir takım çıksa karşısına..Ne zaman ümitler,beklentiler kesilse,kritik bir dönemeç olsa,orda Cimbom yeniden doğar.
Sever zorluğu,yüksek konsantrasyonu,avrupa gazetelerinde spor sayfalarında vurgulanmayı:)

Yeni bir hoca,takımı tanımıyor. bir önceki antrenör full atak düşüncesideyken,yeni T.D. daha defansif,daha sağlamcı (Lucescu styla) bir futbolu seviyor.Takımın omurgasının en kritik 2 noktası Muslera Sneijder form tutamadan yeni dönmüş takıma.



Ağır Kopenhag/Fenerbahçe/R.Madrid mağlubiyetleri takımın güvenini yok etmiş. Yeni hoca ve yabancı oyunculara şerefsiz basın bel altı vuruyor yazılarında.Bütün bir olumsuzluklar da çok kritik bir avrupa maçına son 2yılın italyan şamiyonu karşısına çıkıyorsunuz.
Uzun süredir statta maç izlememiştim. Hava koşulları gerçekten kötüydü,fizik gücü ve uzun top koordinasyonu çok önemli bir maçtı. Galatasaray taraftarının maça etkisi inanılmaz oldu. Juventus resmen sindi kaldı. Beraberlikte onlara yarıyordu ve bütün yıldızlarına rağmen sadece beraberliği düşündüler. Bunda sahanın bozukluğu,Pirlosuz etkiliuzun top oynayamamaları,maçın 2.güne sarkması ve taraftarların büyük baskısı çok etkili oldu.


Galatasaray uzun süre sonra Muslera,semih,Melo,Selçuk,Sneijder,Drogba omurgasıyla sahadaydı. Bu takım 5-3-2 de 5-4-1 ya da başka defansta kalabalık bir sistemde oynasa başarır. Çünkü ileri dönük futbolcuları Drogba-Sneijder-Selçuk- Burak(Umut) çok üst düzey klas ayaklardan oluşuyor. Bu adamların bir arada bulundugu bir takım,kanatsız dahi olsa muhakkak gol bulur.



Dider Drogba efsanesi. Çıplak gözle izlemek bu adamı nasip oldu evet. büyük futbolcu...Hagi ile beraber Galatasaray tarihinde oynamış en büyük futbolcu tartışmasız.profosyonel,güçlü ve klas.



Burak yılmaz aızıcık akıllı olsa bugün 2 gol atmıştı,çok koşarak,son vuruş enerjisini bitirdi adeta.mental yapısını düzeltmeli.
Eboue çok yetenekli,hızlı ama ahlaksız bir futbolcu. Sabri'den kat kat iyidir,bu yüzden oynamalı kesinlikle! ama fırsat olup daha genç-istikrarlı bir transfer olursa elden çıkarılmalı (Sabri'yide bonusu diye versinler,,,gerek yok öle altyapı çıkmasına,ruha9
Riera bu maç iyi oynadı,fizik gücüyle ayakta kaldı,,madara olan sol beki topladı ve top tekniği de bariz var. Ama çok yavaş!!!! Türkiye liginden iyi bir sol bek (İsak karabük vs..) bulup alınmalı yerine. M. City'den Kolarov ikna etseniz bile,CL'de oynadığı için oynatamıyoruz avrupada.
Yoksa cok sükse yapardık.
Chedjou vazgeçilmez-bulunmaz hint kumaşı değil.Sakarlık yapıyor her maç.
G.Zan & Semih Kaya bu maç cengaver misali iyi oynadılar. motivasyon yüksek olunca oluyormuş demek ki.
Bruma,büyük potansiyel ..son vuruş ve anticipation ve fizik gücü kazandırılmalı kesinlikle.yıldız potansiyeli var ama bir cocuk hala :)
H.Altintop oyun bilgisi ve sert şutlarıyla 3lü orta saha da çok işe yarayabilir sakatlıktan dönünce. (Sağ bekte de Eboue nin yerine iş görür,kondisyonlu dönerse,,Sabriyi oyuncudan olsalıktan bile saymıyorum bakın!!)
Defansın göbeğine alternatif yerli kontenjanından serdar Aziz olabilir. alışırsa süper olur.Aynı şekilde Aydın/Engin/Sabri vs.den çöplüğünden kurtulmak için iyi-dribling atabilen genç bir sol kanat oyuncusu alınmalı kesinliklei,ligde kilitllenen oynuları kanattan açabilmek için.çünkü Bruma,geri zekalı tüpçü 6-0-4 kontenjanına takılıyor ne yazıkki ://
Amrabat-Dany kiralık gönderilmeli sol bek yerli umut vadeden biri bulunamazsa, CL dışından kariyerli,hızlı ve orta yapabilen oyun bilgisi yüksek bir yabancı sol bek bulunmalı paradan kaçınılmamalı.
Böylece Terim sonrası,yeniçeri temizlik operasyonu yapılmış olur.


CL'de bence, defansif-oturaklı bir kadroyla,uygun transferlerle,şansımız olduğunu düşünüyorum. (M.united,Atletico Madrid, Chelsea bizim için iyi kurralar olurdu.)

Bence takımı istediği sisteme adapte edebilirse Mancini,başarılı olabilir. Çünkü bir taktisyen,ayağını yorganına göre uzatıyor,motivasyonla-gazla sistemi döndürmüyor!! Ama zor iş,efor-takım olma ve başarılı nokta transfer gerekiyor.



30 Kasım 2013 Cumartesi

Kader Üzerine derin ve sade bir program




öteki gundem programinda "halkin anlayabilecegi sadelikte" Kader konusunda derinlemesine,Türkce bir bakis.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Olasılık matematiğini esas alarak Quantum mekaniği /termodinamik /Dalga-Parçacık ikilemi ve belirsizliği yöneten düzen üzerine



Ey yolcu,
20.yy en komplike matematik modellemelerini ve fiziksel sonuçlarını anlamak istiyorsan,hayata birde belirsizlikler arasından düzenle bakmak için şu temsili hikayeciye bir bak









Nasıl,heycan verici-nefes kesici değil mi :)

devamı gelecek

17 Ekim 2013 Perşembe

Büyük usta Zinedine Zidane...hak verirsiniz ya da vermezsiniz,ama onun seçimlerini dinlemelisiniz




(So Foot, France Football, Diario As)


Hayatım boyunca Enzo Francescoli gibi olmak istedim. Onu Marsilya'ya geldiğinde keşfettim. Stadyumda izlediğimde onun nasıl klas topa dokunduğunu gördüğümde, gollerini izlediğimde hep Francescoli olmak istedim. Çocuktum, kasetlerini izledim, her hareketini ezberledim. 1986 Dünya Kupası'nda 14 yaşımdaydım. Maradona başkaydı. Onun tek başına yaptıklarını kimse yapamaz. O en iyiydi. Onun gibi olamayacağımı biliyordum. O bir kahramandı, ben ise hep antikahramanları sevdim. Hep Francescoli gibi olmak istedim. Aslında Francescoli olmaktan daha önce sevkiyat şoförü olmak istiyordum. Mahallede futbol oynadığımız sabahlarda büfelere süt, meşrubat dağıtan bir kamyon şoförü vardı. Mahalleye geldiğinde bizden yardım ister, kasaları taşırdık, karşılığında bir gazoz içerdik. Aslında futbol oynarken topla kasaları devireceğimizden korkar, bu yüzden bizden yardım ister ve bize her sabah bir içecek verirdi. Onu çok severdim. Sonra büyünce iyi bir futbolcu oldum ama sevkiyat şoförü de olsam mutlu olurdum.

Cezayir'deki iç savaştan sonra babam Marsilya'ya göç ettiğinde hep geceleri çalışmış. Çok kardeşim var. Marsilya'nın göçmen mahallelerinde yaşamak zordur. Sürekli kavga çıkar, insanlar ölür, soygunlar olur. Ben hep uzak oldum bunlara. Sürekli futbol oynadım. Enzo Francescoli ve babam gibi iyi bir baba olmak istiyordum. Galiba başarabildim, dört çocuğum var ve şimdi ailemden daha önemli bir şey yok hayatımda. Siyasete hiç bulaşmadım. 1998 Dünya Kupası'nı kazandıktan sonra Paris'in duvarlarına adımın başına 'Başkan' yazdıklarında sadece gülümsedim. Ben sadece bir futbolcuydum, işim sahadaydı. Politikacıları problem, bir futbolcuyu çözüm olarak görenlere söyleyecek bir sözüm yok. Benim de her zaman bir siyasi tavrım oldu Fransa'da büyürken ama söylemedim. Beni sessiz kalmakla suçladılar ama diyorum ya ben babam gibi iyi bir baba olmak istiyordum sadece. Cezayir Milli Takımı'nın teknik direktörünün beni yavaş bulduğu için kadroya almadığına inanan çok oldu ama ben Fransız Milli Takımı'na çoktan seçilmiştim. Paris'te Cezayir Milli Takımı ile oynadığımız maçın ardından çocukluk arkadaşımla Cezayirlilerin mahallesine gittik, kimse bana tek bir kötü söz söylemedi. Ben sadece iyi bir futbolcuydum.
Fransa'da futbol oynarken keyif alıyordum. İtalya'ya geldiğimde artık mesele sadece kazanmaktı. Ben kazanmak istiyordum. Kazanmak için her şeyi yapmaya başlayınca keyif almayı da unutuyorsun oyundan. Evet, bunu tercih ettim. Kupalar kazanmak istiyordum, kazandım. Kaybetmekten nefret eden bir adam haline geldim. Bir 10 numara için kariyerinde 14 kırmızı kart görmek çok fazladır. Ben kaybetmeye hep isyan ettiğim için oyundan atıldım. Bununla gurur duymuyorum ama insanların da beni anlamasını istiyorum. Ben de bir insanım ve içimdeki volkan kaybettiğimde patlıyordu. Kendime dur diyemiyordum.. İtalya'da futbol taktik demekti. O hafta kiminle oynayacaksak, rakibi ezberlerdik. Antrenmanda top bir kenarda durur, biz yarım saat saha içinde pozisyon almak için farklı senaryoları uygular, sadece duracağımız yeri öğrenirdik. Her rakip için başka bir senaryo vardı. İspanya'da ise futbol güzel bir oyundu. Real Madrid'de başkan takımın 1'den 11'e forma giymesini isterdi. Evet, ben bir 10 numaraydım ama dünyanın en pahalı transferi olarak geldiğim takımda boşta olan tek numara Manuel Sanchis'ten kalan 5 numaraydı. Saha dışında hiçbir zaman lider olmak istemedim. Benim için takımın lideri olmak demek sahada lider olmak demekti. Evet, 10 numara giymiyordum, evet, orta sahanın göbeğinde oynamak yerine her seferinde sol kanada kaçıyordum ama lider bendim. Maç bittiğinde evime giderdim, oynadığım hiçbir takımda soyunma odası dışında lider olmak için bir kavgam olmadı. Ben pijamalarımı giyip çocuklarımla televizyon izledim. Real Madrid'de bana teknik adamların 'Kafana göre oyna, istediğini yap' dediğini sandı insanlar ama her zaman yanıldılar. Ben takımın bir parçasıydım. Bir kanatta Figo diğerinde ben vardım, forvette de Raul ve Morientes. Başka nasıl oynabilirdik ki? Topu aldığımda sola kaçar sonra ceza sahasına doğru yönelirdim. Ya bir pas ya da bir şut. Zaten baksanıza göbekte oynayan 10 numara mı kaldı? Mesut da kanattan geliyor benim gibi... Hep dünyanın en iyi futbolcusu olmak istedim, bunun için hep çok çalıştım. Fakat en iyi olamadım. Aslında hepsi bu. Ben kendimi ancak dünyanın en iyi 20'si arasına koyardım. Size ilk beşimi de sayayım isterseniz: Pele, Maradona, Cruyff, Di Stefano, Messi, Ronaldo'lar.. Beşi geçtik değil mi? Bir de Francescoli elbette..."

Tercüme anonim 

15 Ekim 2013 Salı

Blogspotlardan inciler-1




1))Porsche 911 carrera (996 kasa) almak isteyen 19 yaşındaki bir gence tafsiyeler :

""Arkadaşım daha 19 yaşındasın ve madem ki otomobilin havalı olsun, yaşıtların arasında nispeten dikakt çekeyim istiyorsun Carrera senin için çok yanlış bir tercih olur. Scirocco, Alfa GT, Mini CooperS, Audi A3 vs. gibi çok yüksek paralara mal olmayacak araçlar alıp gayet de amaçlarına ulaşabilirsin. 2-3 sene piştikten ve daha mantıklı hareket ettiğini gördükten sonra daha iyi araçlara bakmaya başlarsın. 

Carrera'yı yürütebilmek için harcayacağın paraları da kendine harçlık yapıp Avrupa'yı gezersin, yabancı dilin gelişir, farklı kültürlerle tanışma fırsatın olur. Yok ben Carrera'da ısrarcıyım, 

19 yaşımda İstinye Park'ta ciciş kovalarım, eski kocasından sağlam nafaka alan milf kovalar okulda 13 yaşındaki mat kaplamalı arabamla karizma yaparım(!) diyorsan; 
televole kültürünü başka kültürlere tercih ederim diyorsan da keyif senin:) Umarım senin için en iyi tercihi yaparsın.""

işte böyle bir memlekettir bizimkisi. benzinin dünyanın en pahalı oldugu ,hiçbir lokal orta düzey bile araba markası üretilemeyen yerdir.
teknolojik ve mekanik açıdan bir dünya harikası olan,dünya üzerinde  dizaynına aşık olunacak nadir klasiklerden Porsche 911 carrera yı bile televole,istinye park tikky kızı bağlama aracı olarak gören bir memlekettir.Erdal Acarlar,Serdar özkanlar yetişir,bu görgüsüzlüğün ta AQyim.



2))Galata-Fato üstüne


 Aysal, profesyonel hayattaki başarısının sırrını, başında bulunduğu Galatasaray'da da uygulamaya koydu: İyi işler iyi profesyonellerle olur. Göreve gelir gelmez takımın başına ülkenin en başarılı hocası Fatih Terim'i getirip, sonrasında da EboueMuslera,MeloDrogbaSneijder, Chedjou gibi bu işin ehillerini takıma kazandırdı. Şampiyonluklar da peşi sıra gelince, başkan yürüdüğü yolun o kadar doğru olduğuna inandı ki, A.AlbayrakA.Dürüst gibi "amatör" ruhlu yöneticilerle yollarını ayırmaktan çekinmedi bile. Daha da vahimi o kadar gaza geldi ki "kadroda  böyle yıldızlar varken, saha kenarındakinin ne önemi var" diyerek Fatih Terim'in biletini bile acımadan kesiverdi. Oysa unuttuğu bir şey vardı, Galatasaray his takımıydı, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım'ın paralı takımlarına karşı "birlik-beraberlik"le kupaları almıştır, moral ve ruhla hep var olmuştur sarı-kırmızılılar. İşte bugün Akhisar'da futbolun o yazılı olmayan gerçeği bir kez daha ortaya çıktı, bir zamanlar "Hagi çıkar sana 40 metreden bir çakar, nereye koyacağını bilemezsin o istatistikleri" dediği gibi, menajersiz, "yarı amatör", dost-ahbap ilişkileriyle Akhisar beldesine gelen Niasse isimli çocuk sana bir çakar nereye koyacağını bilemezsin o CEO'nu da, danışmanını da, "çileklerini" de...


Sadece oyun kuralları içinde "çakmazlar", bir de "bel altı" çalışırlar bu memlekette sayın Aysal. Sen resmi sitede istediğin kadar "yalanlama" yap, Galatasaray düşmanları başlarlar gazetelerinde, televizyonlarda "kara propagandaya". İş onlarla kalsa iyi, saha içindeki "kara gömlekliler" de artık gönüllerince at koşturacaklardır bizim maçlarda çünkü sen hepsinin "tırstığı"Fatih Terim'i "itibarsızlaştırarak" yolladın bu takımdan. Yabancı hocadan kimse korkmaz, çekinmez, ama Terim bu toprakların insanıdır, sporun imparatorudur, iki lafı haftalarca konuşulur, çok konuşana çıkar canlı yayında "ayarı verir", savunur takımını, hakkını cesurca... İşte bugün HakemBruno'yu iki kere atması gerekken, sarı kart bile çıkarmadı Akhisar'lıya, yahut Burak'ı, Drogba'yı indirenlere sadece bakakaldı. Ya, başkan! O sebeple iki haftadır Fatih Terim diye utanmadan, çekinmeden, bebekler gibi ağlıyoruz bizler, hoca bugün saha kenarında olsaydı hakem bugün çalmadıklarının yarısını faulle cezalandıracaktı... Yalan mı?

8 Eylül 2013 Pazar

Mahfi eğilmez --Türkiye Ekonomisinde Gerekli Yapısal Reformlar



  • Türkiye’nin son on yılı birçok değişikliğe karşılık, bankacılık alanında yapılanlar dışında, yapısal reformlardan uzak durulmasıyla geçti gitti. Oysa bu dönemde elde edilen geçici gelirler yapısal reformları yapabilmek için hem maddi imkan hem de zaman kazandırmıştı. Ne yazık ki bu büyük fırsatı kullanamadık ve mevcut durumu parlak göstermeyi temel sorunları çözmeye tercih ettik.

  • Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışındaki alanlardan yapısal reforma ihtiyaç duyulanların bir bölümünü sıralayıp geçeyim: (1) Yargının, siyasetin etkisinden tümüyle uzaklaştırılarak tam anlamıyla bağımsız hale getirilmesi. (2) Eğitimin ezber yönteminden çıkarılarak analitik düşünme çerçevesine oturtulması. (3) Azınlıkta kalanların haklarını koruyan gerçek demokrasinin yerleştirilmesi. (4) Düşünce özgürlüğünün oturtulması. (5) Basın özgürlüğünün tümüyle geçerli kılınması. (6) İnsan haklarının yükseltilmesi. (8) Çevrenin korunması. (9) Sporda kalitenin artırılması. (10) Siyaseten temsilin en az oy hakkını da kapsayacak biçimde sağlanması. (11) Üniversitelerin gerçek anlamda bilimsel ve idari özerkliğe kavuşturulması. Bunlara daha pek çok ekleme yapılabilir.

  • Yapısal reformların bir bölümü yasal değişiklikleri, bir bölümü zihniyet ve yaklaşım değişikliklerini, bir bölümü ise hem yasal değişiklikleri hem de zihniyet ve yaklaşım değişikliklerini gerektiriyor. Konu çok yönlü olduğu için ben burada ekonomik yapısal reformları ele almakla yetineceğim.

  •       Bağımsız olması gereken kurumlara (ki bunlar TCMB ve BDDK gibi kurumlardır) yasaların verdiğinin ötesinde gerçek anlamda bağımsızlıklarını tanımak şarttır. Bunun için yasa maddeleri yeterlidir. Konu zihniyet ve yaklaşım değişikliğini gerektiren bir adımdır. Bu adımı atmak siyasetten bağımsız uygulanması gereken para politikası ve diğer ekonomi politikalarının doğru uygulanmasına ve bilim dışı tartışmalardan kurtulmasına yol açacaktır.
  •       Türk vergi sisteminde dolaylı vergilerin ağırlığını dolaysız vergilere kaydırmak gereklidir. Çünkü KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergiler adaletsizdir. Türkiye'de vergilerin yüzde 65'i dolaylı, yüzde 35'i dolaysız vergilerden oluşuyor. dolaylı vergilerde oran farklılaştırması yapılamadığı için zengin de fakir de aynı oranda vergi ödemektedir. Bu tür vergilerin ağırlıkta olması zaten bozuk olan gelir dağılımını daha da bozucu etki yapmaktadır. Gelir vergisi gibi dolaysız vergiler ise kazançları artan oranlı tarifeyle vergilendirilebildiği için zenginden daha yüksek, fakirden daha düşük oranla alınabilmektedir. Bu yapısal değişimi yapabilmek için yasal değişiklik yapılması gerekiyor.
  •       Türkiye, 1990 ile 2002 arasında düşük cari açık (yüzde 0,9), yüksek bütçe açığı (yüzde 7,2) yöntemiyle, 2003 ile 2012 arasında ise düşük bütçe açığı (yüzde 3,2), yüksek cari açık (yüzde 5,2) yöntemiyle büyümüştür. Yani sistem iç ya da dış dengede açık vererek dış kaynaklara ulaşma ve onları kullanarak büyüme yöntemi üzerine kuruludur. Son on yılda bütçe açığının düşürülmesinde özelleştirme gibi, varlık barışı gibi, milli emlake ait arazilerin satışı gibi geçici gelirler çok etkili olmuştur. Ne var ki bunların sağladığı zaman ve kaynak imkânlarından yararlanıp bir gelir ve harcama reformu yapılarak bütçe disiplini kalıcı hale getirilememiştir. Bugün bütçe hala bu tür geçici gelirlerle ayakta tutulmaktadır. Bu konuda geleceğe dönük yapısal değişim için yasal düzenlemeler gerekmektedir. Vergilerle ilgili düzenlemelerin yanı sıra harcamaların denetim altına alınması da şarttır.  
  •       Geçici ve kısmi ithal ikamesi uygulamasına geçmek cari açıkta ve sanayileşmede çözüme yardımcı olabilir. Türkiye, sürekli olarak cari açık veriyor. İthalatının ağırlığı sermaye malı, ara malı ve hammaddeden oluştuğu, hammadde içinde ağırlığı petrol ve doğal gaz tuttuğu için büyüme eğilimin arttığı dönemlerde cari açık da artıyor. Özellikle enerji üretiminde kullanılan petrol ve doğalgaz gibi ürünlerin ithalatının kısılması büyümeyi olumsuz etkiliyor. Bu çerçevede cari açığı düşürebilmek için ilk ağızda bunlar dışında kalan ürünlerin ithal mallar yerine daha az ithalata dayalı olan içeride üretilecek mallarla ikame edilmesi düşünülebilir. Bunu yapabilmek için malların, sektörlerin ve üretici kuruluşların seçilerek geçici bir süreyle ve sürekli inceleme altında tutularak teşvik edilmesi yani geçici ve kısmi bir ithal ikamesi modelinin uygulamaya konması gerekiyor. Buna benzer adımların atıldığı, sanayi envanterinin çıkarıldığının söylenmesine, yeni teşvik sisteminin yürürlüğe konulduğunun açıklanmasına karşın bu alanda herhangi bir ilerleme sağlandığına ilişkin bir kanıt ortada yok. Demek ki bu çalışmalar ya yetersiz kaldı ya da amaca hizmet etmekten uzak bulunuyor. Bunların yeniden düzenlenmesi ve cari açığı düşürme amacına yönlendirilmesi gerekiyor. Bunun yolu Bakanlar Kurulu kararıyla bu hedefe dönük düzenlemeler yapmak ya da mevcut düzenlemeleri bu hedef doğrultusunda düzeltmek gerekiyor.
  •       Türkiye, gerek yaşamak gerekse de büyümek için ihtiyaç duyduğu enerjiyi önemli oranda ithal etmek zorundadır. Bunun maliyeti oldukça yüksek düzeyde görünüyor. Bunu düşürebilmek için sahip olduğu doğal kaynakları (su, güneş ve rüzgâr gibi) enerji üretimine dönüştürmeye daha fazla çaba göstermesi gerekiyor. Bu konularda çalışma yapanları daha fazla teşvik etmek bu yolla enerji üretenlere destek olmak gerekiyor. Bunu yapabilmenin bir yolu mevzuat düzenlemelerinden, bir yolu da idari düzenlemelerden geçiyor. Nükleer enerji de çözüm yollarından birisi olmakla birlikte Türkiye bu konuda geç kalmış bulunuyor. Nükleer enerji aleyhinde artık öyle güçlü bir muhalefet var ki bunu aşıp da nükleer enerji santralı yapabilmek kolay değil. O halde elimizde enerjiyi elde etme yollarını mümkün mertebe dışa bağımlı olmaksızın çeşitlendirmeye çalışmak ve enerjiyi elden geldiğince tasarruflu kullanmak seçenekleri kalıyor.    
  •       İç tasarrufları artırmak şart. Türkiye’nin cari açık vermesindeki en önemli etkenlerden birisi iç tasarrufların yetersizliğidir. 2000’lere gelinceye kadar Türkiye’de iç tasarrufların GSYH’ya oranı yüzde 20, yatırımların GSYH’ya oranı ise yüzde 22 dolayındaydı ve dolayısıyla cari açık yüzde 2 – 3 dolayında kalıyordu. Bu da Türkiye’ye yüzde 4,9 dolayında yıllık büyüme ortalaması getiriyordu. 2000’ler sonrasında faizlerdeki gerilemenin de etkisiyle iç tasarrufların oranı gerilemeye başladı. Bugün tasarrufların GSYH’ya oranı yüzde 14 dolayındadır. Buna karşılık yatırımlar gerilemedi. Aradaki açılan fark ise zorunlu olarak dış tasarrufların ithali yoluyla karşılandı. Dış dünyada likidite bolluğu yaşandığı sürece dış tasarruf ithali nispeten kolaydı. Artık herkes biliyor ki Fed, yavaş yavaş bu bolluğu azaltacak. Dolayısıyla bundan sonra yüksek oranlı büyümeyi yüksek cari açıkla sağlayıp bu açığı dış finansmanla karşılamak eskisi kadar kolay olmayacak. Bu durumda iki seçenek var önümüzde: Ya büyümeyi potansiyel düzeyi olan yüzde 5 düzeyine indireceğiz ya da cari açığın yapabildiğimiz kadarını iç tasarruflarımızla finanse edeceğiz. Bu yolda atılmış tek adım olan bireysel emeklilik sistemini geliştirmek çözüm için bir adım olsa da yeterli görünmüyor. Bu konularda yasal düzenlemelerden çok ekonomi politikası uygulamasını elden geçirmek gerekiyor.
  •       Türkiye’nin yüz yıldan fazla emek, zaman ve sermaye harcadığı ama marka yaratamadığı tekstil sektöründe marka yaratabilmek için çaba göstermesi gerekiyor. Bunun için gereken neyse (teşvik, tanıtım, devlet desteği vb) yapılması gerekiyor.


2 Eylül 2013 Pazartesi

Ekonomide noldu ve ne olacak?


EGE CANSEN






Halk fakirleşmeden istikrar gelmez

ACI ama gerçek budur. Bir ülkede ekonomik istikrar bozulmuşsa, o ülke halkının refah düzeyi düşmeden istikrar geri gelmez.

Makarayı başa sarıp filmi tekrar izleyelim. Ülke ekonomisi iyi bir “dış rüzgar” yakalamıştır. Milli gelir hızla artmış, milli harcamalar ise ondan hızlı çoğalmıştır. Bu sayede halkın refah seviyesi yükselmiştir. Herkes eskisine göre daha fazla tüketmekte, daha rahat yaşamakta, yurt içinde ve dışında tatil yapabilmekte, evini, eşyalarını ve arabasını daha sık yenileyebilmektedir. Ancak bu sürede ülke ekonomisinde bazı şeyler “balon” yapmış ve patlama ihtimali belirmiştir. Bu “bazı şeyler” sırasıyla şunlardır.

1. Menkul ve gayrimenkul fiyatları, enflasyonun çok üstünde artmıştır. Buna iktisatçılar “varlık fiyatları balonu” der.

2. Bütçe açıkları, borçlanarak finanse edilmiştir.  Sonuçta kamu borcunun, milli gelire oranı büyümüştür. İyi ihtimalle bu borçlanma içeriden yapılmıştır. Daha kötüsü bu borçlanma dışarıdan yapılmıştır. En kötüsü hem dışarıdan hem de yabancı para ile yapılmıştır.

3. Ülkenin döviz gelirleri ile döviz harcamaları arasındaki fark (kısaca cari açık) hızla büyümüştür. Cari açığın milli gelire oranı artmıştır.

4. Banka kredileri “yabancı kaynak” kullanılarak, ülkenin (halkının, şirketlerin ve devletin) yaptığı tasarruflardan fazla artmıştır. Kredi balonu oluşmuştur. .
NAZAR DEĞMESİN HER ŞEY İYİ GİDİYOR
Enflasyonda bir kıpırdama yoktur, hatta düşmüştür. Başta ücretler olmak üzere tüm gelirler hızla artmıştır. Ülke parası değerlenmiş ve döviz cinsinden ifade edilince kişi başına milli gelir katlanarak büyümüştür. Artık ülkede çiçekler bir daha güzel açmakta, yazlar ve kışlar daha ılıman geçmektedir. Lokantalar adam almamaktadır. Ülkede, düğün salonu sıkıntısı had safhadadır.
ALLAH İNSANI GÖRDÜĞÜNDEN GERİ KOMASIN
Yukarıda sıralan “bazı şeyler” dingildemeye başlayınca bu mutlu tablo bozulabilir. Önce arsa ve borsa düşer, kamunun borçlanma ihtiyacı artar faizler yükselir, batan krediler artar. Parası döviz olmayan ülkelerde “enflasyon ve devalüasyon” parası döviz olan ülkelerde “deflâsyon ve revalüasyon” oluşmaya başlar. Milli gelir artış hızı düşer veya sıfırlanır hatta eksi olur. İşsizlik artar. Reel ücretler, reel kiralar ve reel faiz gelirleri düşer. Masum halk,  fakirleşmeyi teninde hissetmeye başlar. Asabı bozulur, “N'OLUYOR?” diye sokağa dökülür. Tanrı, insanları, gördüğünden geriye komaktadır.
AVRUPA'DAN İBRET ALMAK
Başta tavernacı Yunanlar olmak üzere, siestacı İspanyollar, makarnacı İtalyanlar, yanık fado çığıran Portekizliler ile öfkeli İrlandalar, uzunca bir süre “hak etmedikleri” bir zenginleşme yaşadı. Dışarıdan para gelişi durunca, sanal zenginlik buharlaştı. Hükümetler “milli gelire” denk olmayan “milli harcamaları” denkleştirmek için istikrar önlemleri almaya başladı. Denkleştirme “harcamaları kısmakla” olur. İstikrarının Türkçesi fakirleşmektir.  Not: Enflasyon, gelir artışını aşmışsa, “istikrar” başlamıştır.

Son Söz: Benim gelirime dokunmayan istikrar bin yaşasın.