31 Ocak 2010 Pazar

Sokak Filmi


Film sokağı anlatıyor,hani seksenlerdeki apartman kültüründen hemen önceki,çocukluğumuzun geçtiği.Efe abisi,güzel liselisi,2.ligdeki sakat altyapı yıldızı,felsefe okuyupta açmazdaki çakma entelleri,üniversite mezunu bakkalı..hesapta büyük hayalleri varken bir bok olamayan insanları.

Küçük bir hayat, karamsarlık, sınıf atlama, psikolojik sorunlar, ahlaki değerleri maddi değerlere dönüştüren ve hayatını cinsellik üzerine kurmuş insanlar... bir genelleme olarak.
Film zekice başlıyor,kenan evren ve demet akalın'ın sözleri cuk oturuyor.Ama,12 eylül vurgusu ve politik pencere, biraz altı boş kalmış.

Diyaloglar,yöre şivesini bilmesem de, açık sözlülük,jargon,bilardo salonu-bakkal önü-kaldırım mizansenleri,hayatın sadeliğini ve azizliğini,bisikletleri,sınıf farklılığını gözün içine sokmadan güzel anlatmış. Film, tüm karakterleri suçlu durama getiriyor ve klasik anlamda taraf tutma,bir karakterin gözüyle özdeşleşme gibi bir durum söz konusu değil,böylece film objektif olmuş.(kısmen de realist)

Inan Temelkuran kendi deyişiyle yaramazlık yapmış,çok oynamış görüntü yönetimiyle ispanyol kankasıyla...deneysel bir tat da katmış filmine..gri ton filmdeki bunalım havayı belirtmiş..çok sıcak olan film başlangıcındaki zamanın fpsnin yavaşlaması "marquez'in kırmızı pazartesi" bıkkınlığı çağrışımı oluşturdu bende. flashbacklerdeki oynamalar bana çokta anlamlı gelmedi. akışkanlığı biraz azaltmış.kameraların konumu,cutlar ve yakın planlar kanımca yerli yerinde kullanılmış.
Minimalist bir filmde varyasyon oluşturmuş Inan ve Türkiye sokak gerçekliğini koymuş filmine(dejenerasyon ve kısa yol kültürünü.) Ilk film eksiklikleri (akışkanlığın kaybolması,diyalogların bazen monologa dönmesi,kendi doğrularının herkesçe doğru olmadığını anlıyamaması ) olsa da bir dahaki filmini heycanla izliyeceğim ve acaba napmıştır diye merak edeceğim.

Bu gelecek vadeden,genç yönetmen için yazar ablası ece temelkuran'dan bir yazıyla bitiriyorum :

''benim küçük peygamberim inan’a ve yapacaklarımıza...
hep ihtiyar bir çocuktu benim kardeşim. kola bardaklarını yan yana koyup, santim santim eşit kola doldurmaya çalıştığımız zamanlardan beri, biraz ihtiyardı. çikolatayı kimin daha yavaş yiyeceğini hesaplarken bile hatta, biraz yaşlıydı. uzun süre konuşmadı, konuşmayı uzun yıllar sevmedi. sonra bir gün, durup dururken bir fıkra anlatarak başladı konuşmaya. şaşırmıştık, hâlâ da şaşırırız o konuştuğunda. ortaçağ resmindeki ışıktan bahsettiğinde, quantum fiziği anlattığında veya afrika filleriyle asya filleri arasındaki anatomi farklarını saydığında, avrupa siyasi tarihinin ayrıntılarından veya italyan mutfağının inceliklerinden söz ettiğinde ... böyledir çünkü, ihtiyardır benim kardeşim.
ve ben hayatımda bu kadar iyi bir insan görmedim. niye bu kadar iyidir o, onu da hiç bilemedim. bu kadar iyi olduğu için işte, o benim küçük peygamberim.
***
önce benim kardeşimdi o, sonra büyüdü. bir flamenkocu kadına âşık olup ispanya’ya gitti. küçükten beri filmler anlatırdı, avukat olmasına rağmen, bırakıp her şeyi, bir hayatta tam olması gerektiği gibi, çekti, film yapmaya madrid’e gitti. geberene kadar çalışıyor şimdi dönercilerde, garsonluk yaparken foucault anlatıyor müşterilere, delirip derrida’dan bile bahsediyor olabilir şimdi oradakilere. sonra sabah kalkıp, sinema okuluna... dönercide çalışanlar "deli misin?" sen diye soruyorlar ona, "gidip türkiye’de avukatlık yapıp keyfine baksana!"
benim kardeşimin bir derdi var oysa, dertlidir benim kardeşim. diyecek şeyleri böğründe birikmiş kişilerdendir ve ben ne zaman  ondan gerçekten bahsetsem dünyanın bütün denizleri gözüme üşüşür. derken ilk kısa filmini yaptı: "anarşist dilenci deli ibrahim". 

film bitti. "yönetmen: inan temelkuran" yazdı ekranda... niye ağlayayım canım!
şimdi ilk kez türkiye’de gösterilecek filmi: "besleyici bir aşkın mikro belgeseli". !f istanbul film festivali’nde, 20 ve 22 ocak’ta saat 13.15’te. filminin gösterildiği sırada o muhtemelen çalışıyor olacak madrid’de, "soğanlı mı, soğansız mı?" diye soracak müşterilere. "soğanlı mı, soğansız mı?"!
***
kardeşim, benim küçük peygamberim. hayata fit olmamış biri o. bu hayatta bir kere şansını denemeye karar vermiş biri, bedelini çatır çatır ödeyen. biraz ihtiyardır bu yüzden. yaşamakla ilgili bizim gibi çoluk çocukların bilemeyeceği şeyleri bilir... 

insanlığın en can yakıcı hikâyelerini anlatmak niyetindedir. muhtemelen filminin gösterildiği günün gecesinde madrid sokaklarında "kalbim ege’de kaldı" şarkısını yine bağıra bağıra söyleyecektir. ben mi? niye ağlayayım canım?! küçük peygamberimden ne zaman bahsetsem sadece gözüme dünyanın bütün denizleri üşüşür...''

30 Ocak 2010 Cumartesi

New York I love you



reminds pretty much the taste of " Paris J'etaime". There are really touchy,original short movies among this NY collection.For those ones,also cinematography is brilliant. But in overall ,the movie is just above the average.


The segment cut by Allen Hughes is amazing. The storytelling of passion,love,desire is impressive,purely original.To tell the affair through the eyes of both the woman and the guy is like Rashamon like French avant garde, the way to describe the chance of meeting is pure life :P The cinematography during the love scene,the cut to show is just amazing,tempting.I  do like it.


The short movie by Fatih Akın is very affecting also.One of the best and sophisticated characters of turkish cinema,Uğur Yücel makes a really terrific job in the role of a painter. The first encounter of chinese girl and the artist in the store,when the artist gets up from fall and kisses the painting are more than artistic .) 



Moreover,I do like the debut of natalie portman as a director..She gives a smile into my face via her cute story :P

At the end,the guy who made the transition and the producers if not forced too much to correlate among the stories,push some linear link...it would be a quite master piece. Because,you know life is original,life is unpredicted...by chance,by chaos,by fate.. This misses in the movie from the big picture. 7/10


19 Ocak 2010 Salı

Yatmadan önce iki cümlede büyük yönetmen tasvirleri:















Van Sant: Bağımsız,depresif,sorunlu-aykırı gençler.özgürlük-kimlik-sadelik ilişkileri.Şekil-seçim ama hayattın içinden.Kraldır..bakınız:elephant,last days,my own private idaho

Ford Coppalo: Büyük yapımcı,kısmen holywood babası. Eserlerinde serserilik,özgürlük,mücadele var! Görüntü yönetimi italyan-akdenizli olduğunu gösteriyor:P Amerikan serseri temalı sanat filmi çekebilecek belki de tek adamdır!Babadır.

Stanley Kubrick: Perfection,%100 adamı. +Vurucu etki,sağlam analiz-yorum adamı.

Michael Winterbottom: Gençliğin yeni göz ağrısı. Taşşak,objektif,yarmış,entel,punktır. Doğuya nesne ötesinde bakabilen,anlamaya çalışan birisi.

Gonsales Inarritu: Sıcak ülkenin,hareketli görüntülü,aksiyoncu ama derin yönetmeni.Müthiş öykü,hissettirici sinematografi,tatlı soundtrack ve 9/10 luk filmler. Kendini tekrarlamazsa ,geleceğin efsanesi.

Guy Ritchie: Zengin-elit ama he has a different sense of humor :P hem ingiliz hem komik hem orjinal hem esaslı olmak ancak onunla bütünleşebilir. The man with the balls

Louis Bunuel: Gerçek yüz-bilinçaltı-var olan sistemle alay!

G.Pontecarvo: Hiç kimse sinema tarihinde onun kadar batı medeniyetine giydiren siyasi içerikte film çekmedi.Onun kadar gerçekçi olmadı. La battaglia d' algeria...Quemada...Büyüksün,solcusun,tarafsızsın,avrupalının conformisminin,bencilliğinin,varoluşculuğunun ötesindesin. Cansın,cannansın!

J.W.Park: Aksiyon+renk+metafor. Kadrajı,zekası ve karakterleri insanı yorabiliyor.

Wong Kar Kwai: Aşık! Renk manyağı,görüntü yönetimi efsanesel...Cristopher Doyle 'u nerden bağlamışsa...

Darren Aranofsky: Coney Island..NY çocuğu. Babasını,arkadaşını,metroyu,lisedeki bir arkadaşını..hayatın içinden herhangi bir şeyi..kendi gözlerinden mükemmel anlatıyor. Zaman,mekan,ambiyans onun filmlerinde ben Aranofsky'im diye bağırıyor. Requiem for a Dream'de boş sahne yoktu adeta.


Not:Bertolucci,Godard ve bir iki kişi daha eklenecek.

18 Ocak 2010 Pazartesi




Dünya anlamdan yana değil çağrışımdan yana zengindir ve bilgelik bu ikisini ayırabilmekte saklıdır...

16 Ocak 2010 Cumartesi

Hükümet sonunda yaralı bir parmağa işedi: yıllar sonra Türkiye'de nükleer enerjiye geçilecek gibi,hemde şartname,finansman ve yakıt geriatımı dahil

Metin Münir her ne kadar yazının sonunda beğenmeyip ihale mantığında kalıp,şartların düzeltilmesini savunsa da;bu coğrafyada nükleer enerji santrali projesi 60lardan beri her 10 yılda bir yapılmak istenmiş ve "bir şekilde" hep engellenmiştir. bu açıdan bakınca eğer ki devlet tahsisisiyle de olsa yapılabilirse başarıdır ve Türkiye'nin elektrik üretiminde %10 civarında katkıda bulunur ve ülkeye önemli bir know how paraylada olsa girmiş olur.

Metin Münir,Milliyet 16 ocak 2010

Başbakan’ın geçen günkü Moskova ziyaretinde, hükümetin ihaleyle yaptırmak üzere yola çıktığı nükleer santralın ihalesiz olarak Ruslara yaptırılması konusu karara bağlandı.
İmzalanan “Türkiye’de Nükleer Santral Tesisi Konusunda İşbirliği Ortak Beyannamesi” uyarınca, santral “devletten devlete anlaşma” yöntemiyle yapılacak.
Bu yöntem şudur: Yapılacak bir iş var. Yabancı bir devletin ihracat garanti kurumu gerekli finansmanın büyük bir bölümünü veya tamamını sağlar. Karşılığında Türkiye işi ihalesiz olarak o ülkeye verir.
“Şu anda (bunun) altyapı çalışmasını arkadaşlarımız yürütüyorlar” dedi Başbakan. “Tamamladıkları anda bununla ilgili adımı atacak ve bu işi süratle bitirip hayata geçireceğiz ve çok fazla bir zamanımızı alacağını zannetmiyorum. Hazırlıklar büyük ölçüde tamamlanmış durumda.”

Bir taşla birkaç kuş vuruluyor
Türkiye 2008’de nükleer santral için ihale açtı. Dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen enerji şirketlerinin çoğu ilgili idi ama şartname piyasa kurallarına uymadığı ve finanse edilebilir olmadığı için sadece bir teklif geldi. Tek zarfı Rus devlet petrol şirketi Gazprom’un bir yan şirketi ile küçük Türk ortağı attı.
Nedeni, şimdi iyice ortaya çıktığı gibi, özel şirketleri ürküten konuları devlette devlete halledebilecekleri beklentisi idi.
İşi Ruslara vererek hükümet bir taşla birkaç kuş vuruyor: Finansman bulma derdinden kurtuluyor. Enerji Bakanlığı’nın altından kalkamayacağı kadar karmaşık bir konu olan şartnamesi işi savuşturuluyor. Ruslar kullanılan yakıtı geri alacakları için, nükleer santrallarla ilgili en büyük sorun olan atık depolama belasından da kurtulunuyor.
Rus nükleer teknolojisi Batılılarınki kadar iyidir. Onun için güvenlik veya maliyet açısından da bir sorun olmaması beklenebilir.
Açıklamalar ayrıntılı olmadığı için, üzerinde çalışılan sözleşmenin neleri içereceği konusunda bir bilgi yok. Eski ihale sözleşmesindeki şartlar muhafaza edilirse nükleer santral yatırım ve işletmesi sırasında ihtiyaç duyulacak hukuki koruma, nükleer risk sigortası, üretilemeyen enerji bedelinin TETAŞ’a ceza olarak ödenmesi, fiyat değişiklikleri, hazine garantisi gibi konuların nasıl halledildiği belli değil.

Nükleer santral devlet işidir
Erdoğan’ın ihale yerine tahsisle nükleer santral inşa etme yolunu seçmesi açıklanmaya muhtaçtır. İhaleye katılım olmasının nedeni istekli olmaması değil şartnamenin kötü olmasıdır. Bunu halletmenin yolu yöntemi değil şartnameyi değiştirmektir.
Kamu yararı, işin tahsis yoluyla yaptırılmasında değil, ihalededir.
Konunun başka bir boyutu daha var.
Başbakan nükleer santralı Ruslara havale etme karşılığında Ruslar Samsun-Ceyhan boru hattından petrol akıtmaya söz verdi. Ancak Samsun-Ceyhan bir özel sektör projesidir. Nükleer santral ise devlet işidir.
Başka zaman olsaydı bu karardan sonra ortalık kalkar otururdu. Ama Erdoğan özel sektörü korkuttu ve sindirdi.
Gık çıkmayacaktır.

12 Ocak 2010 Salı

Cinema,Aspirinas e Urubus





Film,modern zamanların başlangıcında geçiyor. Insanın o herşeyi yapmak isterken,hiçbirşey olma kararsızlığının,henüz arayış umudunun önüne geçmediği bir zaman.
Bir yol hikayesi. İki ana karakterimizden esas oğlan dönemin almanyasından,şartlarından kaçan anti idealist Johann'dır. Brezilyalı Ranulpho ise büyük şehir hayali peşinde Rio'ya gitmeye karar veren,huysuz bir streo tip olarak filme başlar.
Johann kamyonuyla köy köy gezip ,asprinlerini satmaya çabalar.Hiç film izlememiş Brezilya halkına hüzünlü-mutlu öykü tadında,sonunda aspirin çözümüyle biten kısa filmler izleterek onlara aspirin almaya ikna eder. Bu filmler hem hoştur hem de etkileyici pazarlama örnekleri olarak görülebilir.

Ranulpho otostopla Johan'ın arabasına biner ve Johann'ın asistanlık önerisiyle yolları kesişir.
Filmde kırılma sahneleri açıktır. Almanın Avrupalı umursamazlığı ve otantik arayışı,ekonomik kaygısı yılan sokmasıyla ölümle yüzleşince tamamiyle değişir. Sikerim böyle anlayışı der,disiplini-iş kaygısını salar,daha çok rahatına-yaşamına bakar. Yolda aldıkları otostop çeken brezilyalı kıza her iki karakterde yazarlar fakat kız almanı seçer,fakat süreklilik söz konusu değildir ve Ranulpho buna alınmaz.Johann,amazonlara gitmeye karar verdiğinde kamyonu Ranulpho'ya bırakır kendi hayal kırıklığıyla da olsa denemesi için.
Ranulpho'daki kendini büyük görme,olayları dinlememe,yaşadığı yaşamı inkarı Johann la beraber gördüğü olaylar sürecinde değişir.Daha anlayışlı,önyargısız bir insana dönüşür.
Genelde "Yol Hikayesi" kavramında olduğu gibi sonu belirsiz,planlanmamış bir yolculuk karakterleri kendileri ile yüzleştirir. Yaşanan olaylar ,olaylara bakışlarını geliştirir.Kaderin önlerine çıkardığı yeni olaylarla,seçimlerle hayatlarına daha bilinçli bir yön verirler.
Alt metinde savaşın anlamsızlığına giydirmesi,hayatın akışında-kasmadan sadece orjinal olunabileceği temel fikriyle
sade-bağımsız-tatlı bir filmdir cinema,asprinas e urubus!

Hamiş: 2005'de yabancı Oscar için aday olmuş bu film,ama bu sadelik,kıvraklık ve olgunluktaki bir filmin yeri Cannes'tir,Venedik'tir. Doğal olarakta başarısız olmuş oscarda:P

Filmden bir kaç diyalog:

R:Sefil bir su birikintisininneresi bu kadar ilginç?
J:Daha önce böyle bir yerde bulunmamýþtým.
J:Fakat burasý sadece kurak ve yoksul.
En azýndan gökten bombalar düþmüyor.
R:Herkesi almak için durursan...
Rio'ya önümüzdeki yýla kadar varamayacaðýz.
J:Ama seni de arabaya almamýþ mýydým?-
R:Ama bu insanlar kamyonunu karıştırır.
J:Ama "bu insanlar" senin halkýn. Sen de onlardan birisin.
R:Aþaðý yukarý.
J:Ne demek aþaðý yukarý?


Dealer:Ben feodal lord deðilim, ben bir iş adamıyım.
R: Aynı þey.
Dealer:Hayır değil.
R:Farký ne?
Dealer:Fark mý? Eðer feodal bir lord olsaydým, seninle usağım ilgileniyor olurdu
Ama bir is adamı olduðum için...
Seninle ben muhattap oluyorum.Baþkasına ihtiyacım yok.
J: O sarhoş. -Üçümüz de sarhoşuz.
Dealer:Ben sarhoş deðilim Bay Johann.

mutlu hayvan, başka bir hayvanı yiyebilen hayvandır.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Inter,Inter Vaffanculo!



Yandaki foto bir milan-inter derbisinden.
Her yıl milyon euroluk transferleri,
pek çok genç oyuncuyu da alıp,çürütmesiyle ünlü milyarlık eşşekler takımı Internazionale.
Türkiye'de akla fenerbahçe'yi getiren,Ingiltere'nin Chelsea'si İskoçların Rangers'ına denk gelen bir takım.
Sadece parayla, yıldızlarla ruhsuz bir yere gidilemiyeceğinin ispatı gibi..


Alttaki resimlerde,2006 yılında inter İtalya ligi-scudetto'yu kazandı,AC Milan ise 2006 Şampiyonlar ligini alınca,Duomo meydanına Milanlı oyuncular bu pankartla çıkıyor :"Lo scudetto Mettilo nel Culo" yani...alın lig şampiyonluğunu sokun dötünüze... :D


İMKB'de 3 Altın Vuruş






80 kuşağı çocukları için 2009 mart dışında çok şanslı bir dönem değildi.1994 'te çocuktum,2001'de universiteye yeni girmiştim. Ama mart 2009'da göz göre göre kaçtı fırsat,az çok bu işten anlıyan herkesin "abi parayı daya borsaya tiyosuna rağmen" para da varken geziş,sıçış işleriyle uğraştığımdan kaçtı son trende :( Önümüzdeki vuruşlara bakıyoruz artık :P
Bu arada işin garibi 1. ve 2. altın vuruşta : borsadan tepe noktasından çıkan "yabancılar" nasıl bir hikmetse o dönemde TL'yi de dolara minimuma yakın seviyeden çevirip double penetration başardılar. Bunun için Türkiye piyasasında "altın vuruş" diye anılıyor bu fırsatlar...

4 Ocak 2010 Pazartesi

10 albums of the decade










Müzik olayında o kadar iddialı değilim ama hatırladıklarım :



Radiohead         In Rainbow

Cake                   Comfort Eagle

The Strokes       Is this it?

Cold War Kids - Robbers & Cowards

The Strokes          Room on Fire

Cat power             You are free

Beirut                   The Flying Club Cup

The Kills               Midnight Boom

Duman                  Eski Köprünün Altında

The white stripes    Elephant 

Max Richter         Waltz with Bashir Soundtracks

Clint Mansell -     Requiem For A Dream OST

Tony Gatlif            Vengo Soundtracks

Chemical Brothers      We are the night

Need for speed        Most Wanted Album

Nouvelle Vague       Nouvelle Vague

Sigur Ros                 We play endlessly


Varsa listeniz bekliyorum :P ??





The best movies of 2000-2009




















The movies,there will be always arguments and forgotten ones! Itsnt easy to select from the most abundant decade of the post modern era of the cinema.Moreover,Selecting always means in some way to lose. 

Here is my list: ( There is no order in the list )





1. Amores Perros  /Gonzalez Inarritu 2000
2. Code Inconnu  /Michael Hanneke 2000
3. Requiem for a Dream  /Daren Aranofsky 2000
4. Dreamers /Bernardo Bertolucci 2004
5. 25 Watts /Juan Pablo Rebella 2001
5. Mulholland Drive /David Lynch 2001
6. Waking Life /Richard Linklater 2001
7. Cidade de Deus /Fernando Meirelles 2002
8. Oldboy /Chan wook Park 2005
9. 2046 /Kar Wai Wong 2004
10.Exils /Tony Gatlif 2004
11.Ruang rak noi nid /Pen-Ek Ratanaruang 2003
mahasan
12.Paris J'etaime /Various 2006
13.Kader /Zeki Demirkubuz 2004
14.The wind that shakes /Ken Loach 2006
the Barley
15.Notre Musique /Jean Luc Godard 2004
16.5 obstructions /Jørgen Leth 2003
17.Machuca /Andrés Wood 2004
18.Sin City /Frank Miller 2005
/Robert Rodriguez
19.Little Miss Sunshine /Jonathan Dayton 2006
20.Garden State /Zach Braff 2004
21.Paradise Now /Hany Abu-Assad 2005
22.L'enfant /Jean-Pierre Dardenne
Luc Dardenne 2005
23.There Will Be Blood /Thomas Anderson 2007
24.In this world /Michael Winterbottom 2002
25.Intacto /Juan C. Fresnadillo 2001
26.Voksne mennesker /Dagur Kari 2005
27.Wristcutters-Kamikaze Pizza /Goran Dukic 2007
28.Stander /Bronwen Hughes 2003
29.Plata Quemada /Marcelo Piñeyro 2000
30.Boy A /John Crowley 2008
31.Prestige /Cristopher Nolan 2006
32.Vozvrashchenie /Andrei Zvyagintsev 2003
33.Sonbahar /Özcan Alper 2009

3 Ocak 2010 Pazar

Etraftan olduğu gibi, Tutti i colori della vita,the pictures without words