25 Şubat 2012 Cumartesi

Cowboy Bebop


""Bir zamanlar kaplan çizgileri olan bir kedi varmış.
Kedi milyonlarca kez ölmüş ve milyonlarca kez tekrar doğmuş...
...ve ilgilenmediği bir çok sahibi olmuş.
Kedi ölümden korkmuyormuş...
Bir gün, kedi özgür bir kedi olmuş artık.
Dişi bir kediyle tanışmış, ve günlerini beraber mutluca geçirmeye başlamışlar
Yılar geçmiş ve dişi kedi yaşlılıkdan ölmüş.
Kaplan çizgili kedi milyonlarca kez ağlamış, ve sonunda ölmüş.
Bir daha hayata asla geri dönmemiş...
Güzel bir hikaye...
Bu hikayeden nefret ediyorum.
Kedileri sevmem.
Ben de öyle düşünmüştüm.
Spike.
Sana bir şey sorabilir miyim?
Ne?
Bu kadın için mi?""


Karakterler o kadar sempatik o kadar gerçekçi ki karamsarlığın dibine vuruyor öykü. Geçmişimizden kopamıyacağımızı o kadar güzel anlatıyor ki.
Rejisör öyle hayvan bilgili birisi ki...yalnızca zeki değil...epey okumuş,gezmiş ve üstüne hayalleri olan birisi, Hajime Yatate. Böyle artistik bir bulamaçı ,inanılmaz bir sinematografi örneği gösterip efsanevi yapmış.
Ve komik olan,Japon animesi ama Amerikan tarzında,avrupalı entellektüelliğiyle,Japon zekası ve sempatikliğiyle bütünleşmiş.
Spike'ın cool,havayi tarzı ama bir o kadar da deneyim ve acı dolu sözleri.





Faye'nin animeye sığmayan tarzı,çekiciliği ve vahşiliği. Ed'in çocuksu hareketleri ve alışılmadık Hacker karakteri :) Ein'in sempatikliği ve zekası.Jet'in kaptanlığı,baba adam olması.







Bluz soundtracklarin inanılmaz seçilmesi, animeyi hissedip bestelenmiş gibi. 1998den Networklerin ,internet teknolojisinin nereye gidebileceğinin tahminin ve hikayesini de bir Japon manyağı yapabilirdi sadece! Xbox'ı bile görmüşlan adam 10 yıl önceden..Siber zeka olayı sikertmiş piyasayı animede. inanılmaz bir postmodernist  bilimkurgu soslu kelle avcısı öyküsü olmuş. O kadar derin ki,o kadar yoğun ki öykü, karakterler, mizansen, cümleler..insan bayılıyor ,içine düşüyor adeta.

İlk 3 bölüm, noluyor biraz sığ bir şey galiba sorularıyla geçiyor, bütünlük kuramıyor insan,,ama hikayeye bir alıştım mı,ilerleyen bölümlerde ki sakin ama derin olay örgüsüyle,,,,huhhuhhhhhuhhh..dedirtiyor insana.

8.bölümde venüs'te bir eminönü süprizi var :D demiştim mizansen kurgusu çoookkkk derin...
Bazı bölümleri artistik okullarda ders müfredatına girebilecek düzeyde!!
Uydunun biri yapay zekası evriliyor, insanlara özgü bir şekilde o eski küçük dünyayı özlüyor ve Patagonyada ki şekilleri tekrar çiziyor dünyaya a.q.yim.
2-3 tane geçiştirme,olmasa da olacak bölüm var. Ama,overall'da anime efsanevi nitelikte.
24-25-26. bölümler olayın sikerttirdiği yer oluyor.

Perfect Blue'dan beri tarzında izlediğim en iyi anime. 9.7/10


8 Şubat 2012 Çarşamba

Tanrı’yı sevenler ve Tanrı’nın sevdikleri

Metin Münir'den çok güzel bir yazı:


""Erdoğan dindar gençlik yetiştirmek istiyor. Büyüklerine isyankâr olmayan, milli, manevi değerlerine bağlı, uysal, çağdaş bir nesil.
Kendine bol şans dilerim. Ama bilmesi gerek ki bu tür projeler bugüne kadar hep totaliter ülkelerde uygulamaya konuldu. Ve hiçbir zaman başarıya ulaşmadı.
Bu gerçek geleceği kontrol edebileceklerini sananlar için hiçbir zaman caydırıcı olmadı. Yöneticiler belli bir güven ve kibir düzeyine ulaştılar mı her şeyi yapabileceklerini sanırlar.
Tarih ise “Çoğu denedi, kimse başaramadı” diyor.
Sovyetler Birliği çökmeden önce, Ruslar da dinsiz nesiller yetiştirmeye çalışmışlardı.
Ne oldu? Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz, Rusya’da ve bütün Hıristiyan Sovyet ülkelerinde, kiliseler, hiç kapanmamış gibi, dolup boşalmaya başladı.
Göbekli piskoposlar, büzüldükleri yerlerden çıkıp ipek elbiseleri, altınları ve elmas ve yakut yüzükleri ile cumhurbaşkanlarının yanında poz verir oldular. Çanlar, hiç susmamış gibi, çalmaya devam etti.
Hitler, Mussolini, Franko, Stalin, Castro, Mao Zedong, Pol Pot da kafalarına göre gençlik yaratmaya kalktı. Dehşetli kanlı olaylar yaşandı. Sonra başlanılan yere geri dönüldü.
Bugün kapitalizmin en sert uygulandığı ülkeler bir zamanlar komünizmin en gaddarca uygulandığı ülkeler idi. Çin, Rusya ve hatta Vietnam.
Atatürk de laik bir gençlik yetiştirmek istemişti. O da beceremedi.
Erdoğan da dindar bir nesil yetiştirmeyi deneyecek, o da beceremeyecek.
İnsan doğası değişmez. Gençlik itaat değil baş kaldırma çağıdır. Gençler, öyle onun bunun kafasına göre kalıba girmez. Dinler, kafasını sallar, kabullenmiş gibi görünür, gider, bildiği gibi olur.
Olabilirse, tabii. Olamazsa, olmuş gibi görünür. Ta ki olabilinceye kadar.
Bu gerçeği değiştirmek mümkün değil. Denemek mümkün, ama başarmak imkânsız.
İran deniyor, işte. Mollalar bir gitsin bakalım kaç tane çarşaf giyen kadın kalacak. Ya da sakalı yolunmamış kaç molla.
Ben olsam iyi eğitimli bir gençlik yetiştirmeye çalışırdım. Dindar veya dinsiz nesiller yaratmaya çalışmak boş iştir. Ama iyi eğitimli gençlik yaratmak mümkün. Zor ama mümkün. Ve bu olmadan hiçbir şey olamaz.
Bizim gibi az gelişmiş ülkelerle zengin ülkeler arasındaki farkı yaratan gelir değildir. İnanç da değildir. Eğitimdir.
Ben olsaydım, bütün paramı kaliteli eğitime harcardım. Hayat değiştirici, hem kişiler hem ülkeler için sınıf atlatıcı tek şey eğitimdir. Geçen yüzyılda en hızlı kalkınan ülkeler eğitime en fazla önem verenler oldu. Aralarında biz yoktuk.
Bir Tanrı’yı sevenler var, bir de Tanrı’nın sevdikleri. Bunların kim olduğunu, nasıl yetiştiklerini kimse bilemez.""


8-şubat-2012

7 Şubat 2012 Salı

"midway along the journey of our life
i woke to find myself in a dark wood,
for i had wandered off from the straight path"

dante

5 Şubat 2012 Pazar

codayi-i nadir ez simin // A separation //



This is a low cost, iranian masterpiece. It resembles the human nature in different prospects. dilemmas,beliefs,choices: money to faith, future to daughter,justice to fame,lies to truth..and of course fuckin burocracy and unjustice! there is no discrimination in the eyes of narrative..  life is just as its to everybody. Brilliant actings, perfectly realistic plot.
One of the few best movies of 2011,maybe of the decade.

Bu 'Utanç' bize yeter
  03/02/2012 "RADIKAL
  ŞENAY AYDEMİR"
 UTANÇ
 Orijinal Adı: Shame Yönetmen: Steve McQueen Senaryo: Steve McQueen, Abi Morgan Oyuncular: Michael Fassbender, Carey Mulligan, Lucy Walters, Mari-Ange Ramirez

 Steve McQueen’in 2008 tarihli ilk filmi ‘Hunger/Açlık’ın en unutulmaz bölümü İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun liderlerinden Boby Sand’ın yoldaşı bir rahiple ‘bedenin kime ait olduğu’ üzerine yaptığı uzun tartışmanın yer aldığı bölümdü. Rahip Moran ‘bedenin tanrıya ait’ olduğunda ısrar ederken; Sand kendisine ait olduğunu ve gerekirse bedenin de bir silaha dönüşebileceğini öne sürüyordu. Bu uzun diyaloğu güçlü kılan hiç kuşku yok ki, ‘bedenleri tutsak edilmiş’ iki insan tarafından gerçekleştirilmiş olmasıydı. McQueen’in ikinci filmi ‘Shame/Utanç’ ise ‘Açlık’ın açtığı bir kapıdan içeri girmiş ve aynı tartışmayı üç yıl sonra yeniden bambaşka bir dünyada gündeme taşımış gibi. Sanki konuşmanın bir yerinde Boby Sand, rahibe dönerek “Peki diyelim ki burada değiliz. Bedenlerimiz tutsak değil. Kapitalizmin başkentinde New York’ta tüketimin hazzının dehlizlerinde kaybolmuş, seks bağımlısı bir adamız. O beden kime aittir?” diye sormuş da filmde yeni bir pencere açılmış gibi.

 Tükettiğin kadar varsın ‘Utanç’, karakterimiz Brandon’un yatakta ‘hissizce’ uzandığı bir ‘an’ ile açılıyor. Daha sonra geri dönüşlerle o yatağın başka ‘an’larına tanıklık ediyoruz. Tıpkı Brandon’un yatakta upuzun uzanışındaki gibi ‘hissis’ ama karşılığı ödenmiş hazlara dair görüntüler geçiyor perdeden. McQueen daha ilk sahneden karakterini açık ediyor. Satın alamadığı, karşılığını ödeyemediği hiçbir şeyden ‘haz’ alamayan bir adamla karşı karşıyayız. Üst düzey yönetici olduğu şirketteki bilgisayarı porno siteler yüzünden bloke olan, kimseyi bulamadığı zamanlarda mastürbasyon yapan ‘seks bağımlısı’ Brandon’un hayatı, ansızın evine gelen kız kardeşi Sissy ile karma karışık bir hal alıyor. Brandon’un ‘iktidar’ ve ‘nakit’ gücü kullanmadan herhangi bir ilişki kurma yeteneğini yitirmiş olan günlük hayatı, bir tür ‘kaybeden’ olarak gördüğü kız kardeşinin varlığını kaldıramıyor. Zygmunt Bauman ‘Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar’ isimli kitabında ‘tüketim toplumu’nda yoksulluğun ‘iş’ sahibi olmakla değil, tüketip tüketememekle ilişkili hale geldiğini yazar. Brandon ile Sissy arasındaki temel fark da budur. “Kötü olmayan ama kötü bir yerden gelen” bu iki kardeşten erkek olanı tüketimin bir parçası olmayı başarırken, diğeri bu mekanizmanın bir parçası haline gelmeyi becerememiştir. McQueen, Sissy’nin bunu bilerek mi tercih ettiği, yoksa başaramadığı için mi böyle olduğu konusunda fikir vermiyor. Ama Sissy’nin erkeklerle ve hayatla kurduğu ilişkiye dair verdiği ipuçlarından bir biçimde bu düzeneğin kıyısına itilmiş olduğunu anlayabiliyoruz. İki kardeşin tüketim ilişkilerinde durdukları yer filmdeki durumlarının da belirleyicisi oluyor böylece. Brandon işyerinden arkadaşı Marianne ile yaşadığı ilişkide ‘hissetmeye’ en yaklaştığı anda ‘iktidar’ını kaybederken; Sissy, Brandon’un patronuyla bir ilişki kurarak kıyısına savrulduğu dünyanın merkezine yerleşebileceği hayaline kapılıyor bu yüzden.
 Sissy, tüketim toplumu içinde bir türlü kendisini konumlandıramadığı, bunun için sürekli başkalarına ihtiyaç duyduğu için; Brandon ise ‘alışverişe’ dayalı seks bağımlılığının Sissy’nin eve gelişiyle ortalığa saçıldığı için ‘utanç’ içinde kalıyor. İki kardeşin televizyon karşısında eski bir çizgi filmi izlerken birbirlerinin hayatına değdikleri an da yeterli olmuyor. Biri zaten parçası olamadığı bir dünyayı terk etmeye, diğeri tercih ettiği hayatın sonuçları karşısında gözyaşları içinde diz çökmeye mecbur kalıyor. McQueen’in sinemalarımıza daha yeni uğrayan ‘Demir Leydi’nin de senaristi olan Abi Morgan ile birlikte kaleme aldığı senaryo hiçbir şeyi gözümüzün içine sokmadan, sadece durumun kendisine odaklanıyor. McQueen’in kamerası sakin, telaşa kapılmayan bir görsel dünya kuruyor.
 ‘Açlık’ı görmeden eksik Yönetmenin ‘Açlık’ta gerçek bir beden imtihanına tabi tuttuğu ve bu sınavdan alnının akıyla çıkmayı başaran Michael Fassbender burada da çok iyi. Son bir yıl içinde ‘X-Men: Birinci Sınıf’, ‘Jane Eyre’ ve ‘Tehlikeli İlişki’ ile sinemalarımıza konuk olan oyuncu 2011’i kariyerinin en parlak yıllarından birisi olarak hatırlayacak hiç kuşku yok ki. ‘Aşk Dersi’, ‘Halk Düşmanları’, ‘Beni Asla Bırakma’ ve gelecek hafta vizyona girecek olan ‘Drive/Sürücü’ gibi kalburüstü yapımlarda rol alarak sinemaseverin gönlünde özel bir yer edinen Carey Mulligan da Sissy karekterinde bir kez daha göz dolduruyor. Özetle; ‘Utanç’ daha şimdiden yılın en iyilerinden birisi olarak kayıtlara geçiyor. Ama bir noktanın altını çizmek gerek: ‘Açlık’ı görmeyenler için ‘Utanç’ hep biraz eksik olacak.

3 Şubat 2012 Cuma

Death Note




Bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi anime serisi. Light Yagami ve L arasındaki bitmek bilmeyen strateji savaşı...animasyon kullanarak sinemaya sınırsızlık mizanseni katmak ve karakterlerin tarzlarının müthiş başarılı dizaynı...hızlı,zeki,sonuç odaklı ve amaçsal bir eser..
20. bölümden sonra sıçış başlıyor biraz fakat yönetmen bülader entarnasyonel ile modernismi japonyada mükemmel modelleyip araya da 3-4 çok zeki eleman pompalayıp ana karakterlerden birine ölümcül bir hırs+ insanları kullanabilme yeteneği, diğerine de olasılıkları hesaplayıp + sezgiye inanmayı mükemmel uyarlamış..

Dünyada adalet,insanın varolmayan bir eşitlik için insan üstü haklara- diğerlerinin yaşamına karar vermeye,mistik bir defterle bu güce ulaşmak- sahip olması...yazgı,kısmen bilimsel mistisizm,etki ve tepki..güzel planlamalar...
şamar oğlanı yan karakterlerin sürekli abartı şaşırmaları ve esas oğlanların sürekli iç sesle olayları açıklaması biraz sıkıcı olmuş...izleyici biraz mal yerine konmuş yane :P
önemli karakterler için ayrı soundtrack parçası yapılması da esaslı olmuş ;) hikaye, bütün olarak hep bir sonrasını merak etirdi ve keyif verdi.

9.3/10